Bir varmış, bir yokmuş, Allah’ın kulu pek çokmuş. İnebolu, Yanbolu; iki boş bir dolu, bende bilmece dam dolu.
Evvel zamanların birinde, bir padişahın ülkesinde fukara bir balıkçı vardı. Gün geldi, balıkçı öldü ve geriye bir oğlu kaldı. Oğul, babasının mesleğini devralarak balıkçılığa başladı. Gecelerden bir gece bir rüya gördü. Rüyasında bir ses şöyle diyordu: “Yarın tutacağın balıklar tılsımlıdır. Sakın ha bunları satma.”
Sabah olunca, balıkçının oğlu her zamanki gibi balık tutmaya gitti. Ancak sadece iki balık tutabildi: biri yeşil, diğeri esmer. Bu balıkları bir kabın içine koyup evine götürürken, sokağın başında bir Yahudi’yi kendini bekler buldu. Meğerse aynı gece Yahudi de bir rüya görmüş, bu rüyasında ona da bir ses demişti: “Balıkçının oğlunun bugün tutacağı balıklar tılsımlıdır. Tanesine ne isterse verip al.”
Böylece, balıkçının oğlunun gördüğü rüyadan habersiz olan Yahudi, balıklara talip oldu. Delikanlı başta satmamakta direndi, fakat Yahudi’nin tatlı diline ve teklif edilen yüksek meblağa dayanamayarak esmer balığı sattı. Yeşil balığıyla evine döndü. Yahudi’ye satılan balık her gün bir sarı altın kusmaya başladı.
Balıkçının oğlu ise rüyasını pek önemsememişti. Ertesi gün, işine gitmek üzere evinden çıkarken, kabın içindeki balığı unutmuştu. Akşam eve döndüğünde ise şaşkınlıktan gözleri fal taşı gibi açıldı. Ev öyle tertipli, düzenli ve temizdi ki, bu durumu anlamlandıramıyordu. Birkaç gün bu şekilde geçti. Sonunda delikanlı, “Bunda bir iş var,” diyerek evinin bir köşesine saklandı. Ve ne görsün? Kabından dışarı çıkan balık, bir kıza dönüştü. Balıkçının oğlu şaşkınlıktan ne yapacağını bilemedi.
Kızın dönüşümünü gören balıkçı, balığın kabuğuna el koymak istedi. Ancak kız hemen araya girerek, “Aman yiğidim, kabuğuma sakın zarar verme. Belki bir gün sıkıntıya düşersin ve ben seni kurtarırım,” dedi. Ancak balıkçının oğlu bu sözlere aldırış etmedi ve kabuğu ateşte yaktı.
Bu sırada komşular, balıkçının oğlunun bu garip hallerini fark etti. Bir gün, evi gözetleyen bir komşu, bu güzel kızı gördü. Hemen saraya giderek padişaha haber verdi. Padişah da hemen vezirini yanına alarak balıkçının evine gitti. Güzelliği karşısında şaşkına döndü.
Ancak padişah, kıza sahip olabilmek için bir oyun oynamaya karar verdi. Balıkçıya dönerek, “Bu dünya güzeli nereden getirdin?” diye sordu. Delikanlı, “Bir balığın içinden çıktı,” dedi. Padişah ise, “Çin’de bir dünya güzeli var. Ben asker gönderdim, ama onun yüzünü bile göremedim. Eğer yalan söylüyorsan ya da bir sihirbazsan, bu dünya güzelinin saçını getir,” diye tehdit etti.
Balıkçı, bu tehdit karşısında ne yapacağını bilemez bir halde evine döndü. Ancak evde onu bekleyen sürpriz, Çin güzeliydi. Kız, balıkçıya yardım etmeyi teklif etti. Ve iki kişi, Çin’e doğru yola çıktı. Orada, zorlu bir maceranın ardından dünya güzelinin saçını almayı başardılar.
Ancak bu macera burada bitmedi. Padişah, balıkçıdan bir kez daha imkansız bir görev istedi: Cennetten üç elma getirmesi. Balıkçı, bu zorlu görevi de başarıyla tamamladı. Ancak padişah, hâlâ doymamıştı. Bu sefer denizin ortasında bir saray yapmasını istedi. Balıkçı, bu görevi de başarıyla tamamladı. Ancak padişah, hırslarına yenik düşerek bu sarayda hayatını kaybetti.
Sonunda balıkçının oğlu, huri kızıyla evlenerek mutlu bir hayat sürdü.
DERLEYEN: Veysel ARSEVEN
KAYNAKÇA: Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, 1966, sayı: 207
DERLEYEN :
Veysel ARSEVEN
KAYNAKÇA :
Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, 1966, sayı: 207