Masal

Çobanla Köpeği

Çobanla Köpeği

Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, cinler cirit oynarken eski hamam içinde. Vay neler varmış vay neler varmış. Yeller eser, sular çağlarmış. Aptallar top oynar, akıllılar ağlarmış. Allah’ın kulu da çokmuş. Kimisi akıllı imiş, başlarında kavak yeleri esermiş, kimisi akılsızmış, genç kızlara türkü söylermiş. Böyle zamanlardan birinde, bir varmış, bir yokmuş, taaaa… Alnı kırışık, yüzü buruşuk, yüreği ak, gönlü pak, saçlarına karlar yağmış ak saçlı bir kocakarının bir oğlu varmış… İşi yokmuş, bir aşağı, bir yukarı dolaşır da yolları ölçermiş. Oğlan büyümüş, büyüdükçe gelişip serpilmiş. Can bu demiş, sıkıldı gayrı, bir kesere sap olmak istemiş, hele bir boş gezenin kalfası olmaktan kurtulayım diye, anasına seslenmiş. Sonunda iki koyun, bir keçi almış, kırlara gütmeye gitmiş. Bu tarla benim, şu tarla senin demiş de sonunda bir çobana rast gelmiş. Bir de bakmış çoban, tek değilmiş, iki arkadaşı ile birlikte değil miymiş? Üç çoban tutmuşlar köpeği, durmadan döverlermiş.

Yufka yürekliymiş, dayanamamış, kalbi bir iyicene yanmış. İleri atılıp, “bre çobanlar niçin döversiniz köpeği” demiş? Ekmeğimizi yedi, diye karşılık vermişler. Delikanlı şaşırmış, bir ekmek için de köpek dövülür mü diye dert yanmış… Canı var, dili yok cancağızın, ekmek vereyim de dövmeyin, diye yalvarmış… Çobanlar razı olmuş, dövme durmuş, köpek delikanlıya bakmış kurtuluş sevincini, parlayan gözleri ile anlatmış. O gün öyle geçmiş, ertesi gün gelmiş. Delikanlı yine aynı yere gitmiş. Bu sefer de çobanlar, bir kedi dövermiş… Delikanlı yine dayanamamış, içi yanmış, neden dövdüklerini sormuş. Aynı karşılığı almış. Kediye acımış, ekmek verip, kediyi kurtarmış. O da parlayan gözleriyle delikanlıya bakmış, sevincini bakışları ile anlatmış.

Gün böylece bitmiş, delikanlı eve gelmiş. Ertesi gün gelmiş, delikanlı yine aynı yere gitmiş. Çobanlar bu sefer bir yılan dövermiş. Sormuş, Soğuk hayvandır, hem de koyunlarımızı emdi, karşılığını almış. Ne de olsa yürek bu, taş olsa erir. Delikanlının yüreği yine erimiş, içinden bir acıma gelmiş. Koyun vereyim, bırakın dövmeyi demiş. Çobanlar razı olmuşlar, koyunları almakla dövmeyi bırakmışlar. Delikanlı rahatlık duymuş, evine doğru dönüp yola koyulmuş.

Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, bir de bakmış arkasına ki yılan süzüle süzüle gelirmiş. Delikanlı şaşırmış, olduğu yerde duraklamış. Yılan dile gelmiş, babasının evine davet etmiş. Delikanlı kabul etmiş, yola düzülmüşler, süzüm süzüm süzülmüşler. Az gitmişler, uz gitmişler, giderken biraz dertleşelim demişler. Delikanlı yılana, babasının evinde ne yapacaklarını sormuş, yılan; iyiliğin karşılığını vermek gerek, dilekte bulunacaksın demiş. İlle de bir yüzük dilemesini salık vermiş. Delikanlı kabul etmiş, derken efendime söyliyeyim varmışlar Hindistan’a, dolaşıp gelmişler evin kapsına… Kapı birden açılmış, muhafız yılanlar şaşırmış Açmışlar ağızlarını, koşmuşlar delikanlıya Şaşkınlık sırası delikanlıya gelmiş. Kaçsam mı kaçmasam mı diye düşünmüş! Yandım öldüm demeye zaman kalmamış, diğer yılan öne fırlamış. Başından geçenleri anlatmış bir bir, beni ölümden o kurtardı, demiş. Çekilmişler muhafız yılanlar kenara, döşenmiş yerlere halılar, durmuş muhafızlar, buyur etmişler içeri delikanlıyı.

Baba yılan divana kurulmuş, oturmuş, keyif edermiş. Delikanlıyı görünce, dile benden ne dilersen, demiş. Delikanlı yüzük dilemiş. Baba yılan yüzüğü vermiş, delikanlı teşekkür edip oradan ayrılmış. Az gitmiş, uz gitmiş, gelmiş kendi evine. Bak ne getirdim sana demiş, anasına da gönlündeki söylemiş. Meğer gönlündeki, padişahın kızı imiş. Muradım, padişahın kızıdır, var git iste demiş.

Ak saçlı anacığı, oğlum biz kimiz ki bize padişah kız verecek, herkes dengini aramalı, diye seslenmiş. Ama gönül bu, ferman dinler mi? Oğlan yanmış bir kere ahına, Ana ana; ak pülçekli canım ana, beni anlasana, yandım kızın ahına, demiş.

Ana bu, ak pülçekli, ak yürekli ana dayanamamış, kalkmış, padişaha gitmiş. Önünde diz çökmüş, Allah’ın izni, Peygamberin kavli ile sizin kızı, bizim oğlana istemeye geldim, demiş. Padişah şöyle bir bakış, kızında gözlerinde şimşek çakmış, kızmış, hızını alamamış, kadıncağızı merdivenden aşağı atmış. Kara yazgılı ana ağlamış, kanlı yaşlar gözlerini dağlamış, boynu bükük eve gelmiş, olanları bir bir oğluna anlatmış. Beni elin maskarası ettin, diye de biraz dert yanmış. Oğlan iç geçirmiş, bire padişah, ben sana gösteririm demiş. Yüzüğü cebinden çıkarıp yalamış. Hemencecik iki Arap çıkagelmiş. Boylu poslu, vurduklarını çökertecek cinstenmiş Araplar. Oğlan emretmiş, anneme ceviz kabuğu içinde elbise getireceksiniz, demiş. Elbiseleri Araplar getirmiş, anacağı oğlanın giymiş, olmuş bir hanım. Oğlan geçmiş anasının karşısına, şimdi seni beğenir demiş korkma. Anacığı boynunu bükmüş, padişahın sarayına kalkıp gitmiş. Buyur etmişler içeri, izzet-i ikramda bulunmuşlar, dert yanıp derman dilemişler de sözü evliliğe getirmişler. Öyle ya ağlamayana meme vermezler derler, doğru söze ne denilir? Aklı başında olan ana da, bunu böyle bilir. Ağlamasını bilmek de bir hünerdir. Ana ağlamış, dert yanıp dermanını aramış. Allah’ın izni ile sizin kızı, bizim oğlana istemeye geldim diye sözü bağlamış. Padişah razı olmuş, yalnız şart koşmuş. Bahçemde saray kurulacak, evinizden saraya altından yol döşenecek. Olursa bunlar veririm, olmazsa sizi ters yüz ederim, anladınız mı bilmem, demiş. Razı olmuş ana, selâm durmuş padişaha. Sevinçle gelmiş eve, anlatmış olanları oğluna. Oğlan sevinmiş, dünya benim oldu demiş de yine yüzüğü yalamış. İki Arap çıkagelmiş, emriniz şehzadem demişler… Delikanlı, şehzade değilim ama padişah damadı olmaktır muradım demiş. Şu andan tezi yok, varın padişahın bahçesine, kurun sarayı, döşeyin yola altınları diye buyurmuş…

Gece bitmiş, gün doğmuş. Şafakla birlikte padişahın hatunu kalkmış. Pencereye gidip açmış gözleri kamaşmış. Güneş gökten indi sanmış! Şaşkınlık içinde padişaha koşmuş, durumu anlatmış. Padişah meraklanmış da kalkıp bakmış. Hatun hatun, oğlan sarayı yaptırmış, saray hem de altındanmış. Yolu da döşenmiş, güneş gibi parlarmış. Şimdi ne yapacağız, kız gitti elden, can koptu yürekten, ama hatunun bir bildiği varmış, çatlarcasına kahkahayı basmış. Derken kapı çalınmış, gelenler içeri alınmış. İstediğiniz tamam, kız hazır demişler. Düğün dernek kurmuşlar, oğlanı baş göz etmeye koyulmuşlar. Davullar çalmış, sofralar kurulmuş. İçkiler su gibi akmış ta ortalık sarhoş olmuş. Başına geleceklerden habersiz delikanlı, murada erdim diye sevinmiş, gönlü dolu dolu zifaf odasına girmiş.

Kız, saray ile yolu, oğlanın nasıl yaptırdığını merak etmiş, sormadan edememiş. A tatlım, karıcığın değil miyim? Söyle, ben de bileyim demiş. Oğlan gülmüş, be hatun, karının fendi erkeği yendi, derler ama haydi söyliyeyim demiş. Yüzüğü gösterip hikâyesini anlatmış. Olan olmuş. Vakti saati gelmiş, uyku zamanıdır denmiş. Yatmışlar yatağa, dalmışlar uykuya Ama kız uyumamış, almış yüzüğü, yalamış, dili ile… Gelmiş Araplar, demiş onlara, “götürün beni sevgilime”. Meğer sevgilisi varmış, ona kavuşmak muradıymış. Araplar emredileni yapmışlar, saray ile kızı denizin ortasına götürmüşler, sevgilisini de oraya getirmişler…

Ne var ki yerin kulağı vardır, derler. Sarayın da karşıya, denizin ortasına geçirilişini köpek gömüş, kediyi bulmuş ona durumu anlatmış. Kediye seni denizden karşıya geçireceğim, o kızın evine gideceksin demiş. Sonra da orada bir sıçan tut, gövdesini ye, ama kuyruğunu yeme, o kızın burnuna sok, diye tembih etmiş. Köpek kediyi karşıya geçirmiş, kedi sözünü tutmuş. Sıçanı yakalamış, gövdesini yiyip, kuyruğunu kızın burnuna sokmuş. Kız pışkırmış, biraz da aksırıp öksürmüş. Yüzük ağzından yere düşmüş. Kedi yüzüğü kapıp dörtnala koşmuş, köpeğin yanına gelmiş yüzüğü aldım demiş. Bu sefer köpek zorluk çıkarmış, yüzüğü bana vermezsen, seni karşıya geçirmem demiş. Kedi yüzüğü vermiş, köpek kediyi sırtına alıp denize girmiş. Karşı kıyıya geçmek için yüzmeye koyulmuş. Aksili olunca olur, bu defa yine öyle olmuş, bir balık köpeğe hücum etmiş. Köpek kendimi koruyayım derken, yüzüğü denize düşürmüş. Balık yüzüğü yutmuş, köpek ile kedi kedere bürünmüş. Keder içinde çıkmışlar kıyıya, başlamışlar sayıklamaya. Başlamışlar bir aşağı, bir yukarı denizin kıyısında dolaşmaya. Derken bir balıkçı sergisi başına dikilmişler, balıkçının balık kestiğini görmüşler. Kedi miyav diye bağırmış, köpek hav hav diye havlamış, balıkçı da bir balığı kesip kedi ile köpeğe atmış, kedi şöyle bir koklamış, gözleri parlamış. Meğer yüzük o balık parçasının içindeymiş. Kedi köpeğe bakmış, dostum arama, gel ben buldum demiş.

Köpek sevinmiş, kedinin yanına gelmiş. Koyulmuşlar yola, koşmuşlar dörtnala. Varmışlar Hindistan’a. Hindistan derler var olan ülke uzakmış, ortalık sıcakmış, güller de açarmış. Oturmuşlar bir söğüt gölgesine, almışlar derin bir nefes. Sonra başlamışlar konuşmaya. Hindistan nere, bizim memleket nere diye. Tekrar kalkmışlar, yola düzülmüşler… Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, altı ayla bir güz gitmişler de gelmişler oğlanın evine. Bakmışlar ki, ak pülçekli yufka yürekli anacığı başına kara yazmalar bağlamış, kara kara düşünürmüş.

Oğlan köşede oturmuş, hüngür hüngür ağlarmış. Kız gitti gideli hiç yemez, dili söylemezmiş. Ana oğluna döner, a benim kara bahtlı yavrum ağlama, başımıza gelen bu haller bir gün düzelir diye söylenirmiş ama oğlan anacığına; ana ana, beni anlasana, ben onun nârına yandım, muradımı almadım, ona yanarım diye dert yanarmış. Bu öylesine bir olaymış ki. Leyla’nın aşkı bile bunun yanında hiç kalırmış. Bu acıya bütün tabiat da katılmış. Açan güller açmaz, akan pınarlar akmaz, öten kuşlar ötmez olmuş. Esen rüzgârlar da esmez olmuş. Kedi atılmış ileri, hey dertlim, melek yüzlüm ağlama gayrı ananın kara gününü ak yap, gayrı diye seslenmiş. Köpek de köşede oğlan ile anacığını süzermiş. Oğlan başını kaldırmış, ana kaşının altından bakmış. Gördükleri bir kedi ile köpekmiş ama oğlan, “aaa… siz benim çobanın dayağından kurtardıklarım, burada ne arıyorsunuz” demiş? Karşılık vermemiş “kedi ile köpek, çünkü ağlarmış o anda sevinçten iç çekerek. Çıkarmış kedi yüzüğü uzatmış oğlana. Oğlan şaşırmış. Yüzüğü sevinçle almış. Gülmüş de gülen yanaklarında güller açılmış. Oğlan yüzüğü yakalamış, çıkagelmiş Araplar… Ferman buyurmuş, denizin ortasında saray tekrar padişahın bahçesinde kurulmuş. Çocuk padişaha gitmiş, kızı şikâyet etmiş. Padişah kızı aramış, sevgilisi ile kendisinin canını öbür dünyaya yolcu etmiş. İkisine de kırk satır vurmuş. Razı olursan büyük kızımı veyim demiş. Oğlan razı olmuş, düğün dernek kurulmuş. Kırk gün, kırk gece düğün yapmışlar, kırk sofra kaldırıp kırk sofra kondurmuşlar. Kırk davul da çaldırmışlar. Kedi ile köpeği yanlarına almışlar. Ana sevinmiş, oğlan murada emiş. Gökten üç elma düştü, onlar erdi muradına. Biz çıkalım kerevetine.

DERLEYEN :
Numan KARTAL

KAYNAKÇA :
Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, sayı: 205

Şunlar da hoşunuza gidebilir