Masal

Göz Açan Babanın Kızı

Göz Açan Babanın Kızı

Çok eski yıllarda Bağdat’tan göç etmiş bir bey varmış. Şehir şehir dolaşırmış. Macera meraklısı, kahraman, nükteci ve zekâ oyunları yapmaktan hoşlanırmış. Gel zaman git zaman Türkiye’ye yerleşmiş. Aşiret kurmuş, boylar yetiştirmiş, nesiller üretmiş. Ege kıyılarında yıllarca hüküm sürmüş.
Bu beyin torunlarından Ali Şah, dedelerinin buyruğunu aynen yaşatan, kahraman, atılgan, cengâver bir delikanlıymış. Vezirleriyle beraber bir gün ormanlık bir yerde geziye çıkmış. Yol kenarından geçerken bir yaşlı adamın başını eğdiği süpürgeleri üzerinde dikkatle çalıştığını, duyduğu nal seslerine dahi başını kaldırmadığını görmüş. Arkasındaki maiyetini durdurarak bu çalışkan adamla konuşmak istemiş. Yaklaşmışlar…
“Baba, orada ne yapıyorsun?” demiş Şah. Neden sonra yaşlı adam başını kaldırmış. Hiç durumunu değiştirmeden şöyle, kalın kaşları altından zekâ fışkıran bakışlarıyla Şaha bakmış:
“Göz açan dikiyorum oğul” demiş. Şah adamın zeki biri olduğunu görerek, şuna birkaç sual sarayım, demiş içinden.
“Baba, sana birkaç sual soracağım, benimle konuşur da bunlara doğru cevap verirsen seni mükâfatlandırırım, eğer cevap veremezsen bir zaman veririm, bunun sonunda da yine cevap veremezsen seni asarım” demiş.
İhtiyarı bir düşüncedir almış. Ne yapsın? Fakat hazır cevap olduğu için hemen cesaretlenerek:
“Olur, oğul” demiş.
Şah, askerlikle ilgili birçok sual sormuş Göz açan baba bunların hepsini cevaplandırmış. Bu sefer Şah onu zekâca denemek istediğinden:
“Eeee baba, biraz da havai şeyler soracağım sana, altın kime denir, gümüş kime denir, bakır kime denir? Bunun cevabı için sana kırk gün müsaade, eğer bilemezsen başını uçururum” demiş.
İhtiyarı almış bir düşünce. Zira hemen bulup cevap verememiş. O devirlerin kudretli Şahların elinde olduğundan, biricik kelleciğini düşünüp durmuş. Şah atını mahmuzlayıp, bilmeceyi bulduğun zaman sarayıma gelir bildirirsin, demiş, bir rüzgâr gibi oradan uzaklaşmış. Göz açan baba dikmekte olduğu süpürgeleri toplamış. Düşünceli düşünceli evine dönmüş. Bir karısı ile üç kızı varmış. Babasının düşünceli halini gören küçük kızı babasının bir derdi olduğunu sezerek:
“Babam, babam, dertli babam, söyle ne düşünürsün?” demiş. İhtiyarcık kızının bileceğine hiç ihtimal vermeyerek:
“Derdimle dertlenirsin kızım, hiç sorma daha iyi” demiş. Kız durur mu? Babasına ısrar etmiş, sonunda niçin kederli olduğunu öğrenip,
“İlâhi baba, bundan kolay ne var ki, demiş, altın Şahlara, krallara denir, gümüş ise onun veziri vüzerası, bakır da bizler gibi fakir fukaradır git kendisine söyle” demiş. Göz açan babanın sevinçten etekleri zil çalmış. Doğru Şahın sarayına.
Şah demiş ki:
“Ey Göz açan baba, bunu sen bilmedin, gel de doğrusunu söyle, eğer bilseydin, diğer bildiklerin gibi sorduğum zaman bana söylemez miydin, doğrusunu de bana, bunu kimden öğrendin?”
Şaha yalan söylenir mi hiç. Göz açan baba deyivermiş:
“Şahım, şahım gül yüzlü şahım, üç kızım var, en küçüğü bildi bunu”. Şah mânalı mânalı gülmüş. Bir kese altın vererek babayı göndermiş. Aklı kızda. Zekâsı hoşuna gitmiş. Tayası¹ ile lalasını kızın evine göndererek, bir kaç gün sonra hatırını sordurmuş. Otuz altını da bu Araplarla beraber göndermiş. Kız misafirleri buyur etmiş, altınları alıp odadan çıkarak saymış ki yirmi sekiz tane, içeri girmiş.
Misafirler kıza evde kim olduğunu ve kendisinin ne işle meşgul bulunduğunu sormuşlar. Kız demiş ki:
“Annem biri iki yapmaya gitti, ablamın biri has bahçeye gül serpmeye, diğeri de çirkinleri güzel yapmaya gitti. Beni sorarsanız ben de ufak tefecik Cennet evleri yapıyorum. Bir taraftan da mutfakta baş aşağı baş yukarı yemeği pişiriyorum demiş. Misafirler kalkmışlar. Kızın söylediklerini unutmamak için tekrarlamışlar. Kız tam kapıdan çıkacakları zaman demiş ki:
“Benden selâm edin gül yüzlü şahıma öldürmesin toyla toygarı, herkesin ayı otuzun da doğar, benimki acaba neden yirmi sekizinde doğdu?”. Tayalar bunun ne olduğunu anlamadan gidip, konuşulanları Şaha anlatmışlar.
Şah hiddetle üzerine yürümüş. Size itimat ettim, gönderdim, demek yolda altınlardan ikisini çaldınız? Demiş. Arapların korkudan dudakları şark diye çatlamış. Af dilemişler. Şah diğer konuşmaları sormuş. Söylemişler. Annesi ebe imiş, ablasının biri nakış hocasıymış, diğeri de gelin yüzü süslermiş, kendisi de yazı yazıyor ve mutfakta kuru fasulye pişiriyormuş” demiş. Şah, eğer “öldürmesin toyla toygarı” demeseydi, sizi hemen öldürürdüm, bereket sizin canınızı yine o kurtardı, demiş.
Aradan günler geçmiş Şah zeki Göz açan babanın kızını unutamamış. Bir gün babası ile annesine durumu açmış. Valide sultanoğlunun üzülmesine dayanamamış, gidip kızı babasından istemiş. Evlenmeye karar verilmiş. Fakat Şah kıza ayrıca haber göndererek birkaç gün içinde dokuz aylık hamile olarak üç kız kardeşin de huzuruna gelmelerini istemiş.
Küçük kız, düşünmüş. Kardeşlerinin karınlarına birer yastık bağlayarak şahın huzuruna çıkarmış. Kendisi de bir yastık bağlayıp Şahın huzuruna çıkmış. Şah büyük kıza sormuş:
“Kızım sen neye aş eriyorsun?”
“Pirzola, köfte, hamur tatlılarına.”
“Pekiy seni ahçı ile evlendiriyorum.” “Ya sen” diye ikinci kıza sormuş. O da.
“Ben giyim kuşam istiyorum, atlaslar, ipek dibağlar, ipek kumaşları canım istiyor” demiş. Şah “Seni de terzi başına veriyorum” deyip onları göndermiş. Sonraaa, dönmüş küçük kıza:
“Ya sen neye aş eriyorsun bakalım” demiş.
Kız:
“Mercandan hoşaf, inciden pilav, buzdan şiş kebabına aş eriyorum.” demiş. Şah şöyle bir düşünmüş:
“Küçük hanım, haydi kudretim var, inciden pilav yaptırırım, mercandan hoşaf da yaparım, fakat buzdan şiş kebabı nasıl yapayım, pişerken erimez mi? Hiç bu olacak şey mi?” demiş. Kız gülmüş:
“Şahım, birkaç gün içinde genç bir kız dokuz aylık yüklü nasıl olur?” demiş. Şah, mağlup olduğunu anlayarak, kızı hemen annesine götürmüş. Kırk gün kır gece düğün yaparak evlenmişler. Kıza da şah tembih etmiş kimseye akıl öğretmeyeceksin diye. Kız annesi ile babasını kendi sarayının karşısına aynı şahın biçiminde bir saray yaparak oturtmuş.
Aradan günler geçmiş. Bir gün kız pencereden dışarısını seyrederken penceresi altın da iki fakir kadının dövünerek ağlaştıklarını görmüş. Merak ederek çağırıp sormuş. İki oğlumuz da askere gitti, bize bakacak kalmadı aç biilâç kaldık. Şaha anlatmak istiyoruz içeriye bırakmıyorlar, halimize ağlıyoruz demişler. Kız akıl vermiş:
“Sarayın güney tarafına dönün, köşedeki pencere altında, deve uçtu pire kaçtı diye bağırın. Şah sizin sesinizi duyar içeriye alır”,demiş. İhtiyarlar aynen yapmışlar. Gerçekten Şah istediklerini yapmış ve kimden akıl aldıklarını sormuş, söylemişler. Bu benim hanımdır diyerek kızmış. Belli etmeyerek karısına bir daha yapmamasını tembih etmiş. Günlerden bir gün şah çok sıkılıyormuş. Kuyumcu başısını çağırmış:
“Bana bir yüzük yap, üzerine bir marka işle, bakınca hoşuma gitsin güleyim” demiş ve kırk gün müsaade vermiş. Kuyumcu başıyı bir düşünce almış. Tam otuz dokuz gün düşünmüş. Bulamamış. Bir gün tasalı tasalı sarayın civarında dolaşırken kızın penceresin altından geçmiş. Kız bu dertli adama yardım etmeyi aklına koymuş.
“Baba, derdin nedir?, Anlatsana” demiş. Durumu öğrenince,
“Bunu bilmiyecek ne var demiş, yüzüğün üzerine şöyle bir yazı kaz: Gam gelir keyf gider, keyf gelir gam gider.” Kuyumcu sevinçle saraya koşmuş. Hazırladığı yüzüğü Şaha vermiş. Şah ise derhal anlamış. Bu sefer çok kızarak, kimin akıl verdiğini sormuş. Öğrenince hemen karısının yanına gelmiş. Derhal saraydan çıkmasını, burada en çok neyi seviyorsa onu da birlikte alıp gitmesini söylemiş. Kız son defa bir isteği olduğunu, bunu şah yaparsa çıkıp gideceğini söylemiş. Şah kabul etmiş. Son defa bir yemek yemeği, fakat kızın odasında ve baş başa olmasını istemiş.
Akşam olmuş. Kız sofrayı hazırlamış, iki bardak koymuş. Şahınkinin içine bir parça o zamanlar kullanılan afyon parçası atmış. Gece olmuş Şah yemeğe gelmiş. Yemek sonunda uykusu gelerek sedir üzerinde uyuya kalmış. Kız hemen, birkaç uşak çağırarak sedirle beraber şahı, sarayın aynı biçimdeki, babasının evine nakletmiş.
Sabah olmuş. Şah uyanmış. Bakmış güler yüzü ile karısı karşısında. Hiddete gelmiş. Bağırmış.
“Sen yine burada mısın? Çık git demedim mi?”
“Kız yine gülmüş, Şahın dizi dibine oturmuş.
“Şahım demiş, burası babamın sarayı, siz bana en sevdiğin şeyi al git demediniz mi? Sizin sarayınızda sizden başka sevdiğim bir şey yok. Ben de bu en çok sevdiğim şeyi, siz uyurken uşaklarla babamın evine getirdim. Ferman sizin” demiş.
Şah gülmüş. Karısın affetmiş. Bu çok zeki kadını veziri yaparak devlet işlerinde ondan pek çok faydalar sağlamış. Onlar ermiş muratlarına, biz de çıkalım kerevetlerine.

DERLEYEN :
İsmet BARLOK

KAYNAKÇA :
Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, 1965, sayı: 189

¹Taya: Dadı

Şunlar da hoşunuza gidebilir