Eski zamanlarda gayet zengin büyük bir adamın ipsiz, sapsız bir oğlu varmış. Bu oğlan babasının malını telef edip duruyormuş. Babası ne kadar nasihat etmişse de bu oğlana tesir ettirememiş.
Bu oğlan para sayesinde kırk arkadaş tutmuş ve bu kırk arkadaşın hepsi de oğlanın telefçiliği sayesinde kırk tüccar olmuş.
Oğlanın babası ölürken oğluna:
“ Yavrum, hiçbir sözümü tutmadın, bari ben öldükten sonra eğer başın darda kalırsa tavandaki halkadan sen seni as,” diye vasiyet etmiş. Babası öldükten sonra yine oğlu olanca malını savurup ona buna yedirmeye başlamış. Nihayet günün birinde oğlan eyle bir hale gelmiş ki, kendi malı ile tüccar olan o kırk arkadaşı bile evvelce kendisine ağa derlerken şimdi:
“Fakir yanımıza gelme, bitin gelir,” demeye başlamışlar. Bu sefer de o gendilere “ağalarım” diyormuş. Bir gün bunların kırkı da birleşip kıra eğlenmeye gidiyorlarmış; bu oğlan da arkalarına düşüp:
“Ağalar, ne olur, ben de geleyim, siz cirit oynarken, ben de elbiselerinizi bekler, yemeğinizi yaparım? ,”demiş. Kabul etmişler.
Orada onlar oynamaya çıkmışlar, bu da iki tane kaz kızartmış; oraya koymuş. Pilâvı pişirirken bir çalağan gelip kazın ikisini de kaptan alıp havalanmış. Oğlan:
“Eyvah! Şimdi ne yaparım?” demiş.
Adamlar gelip:
“Hani yemek,” diye sormuşlar. Oğlan:
“Kazları çalağan kaçırdı,” deyinci bunu öldürmek için her biri bir sopa alarak oğlanı vurmak istemişler. Oğlan kaçıp dosdoğru gelip babasının söylediği halkadan gendisini asınca tavandan çuvallarla cevahir taşı dökülmüş. Oğlan bunu görünce hemen eline bir tane alıp dışarı çıkmış. Onlar da zaten kapıya gelmişlermiş. Oğlan:
“Ağalar, bu ne değer?” deyince, hepsinin elinden sopaları düşmüş.
“ Ne bilelim, anca sarrafı bilir” demişler. Oğlan hemen sarrafa gidip birini bozdurmuş; yiyecek, içecek almış. Eşya, karı, çoluk çocuk, azap, hayvan hepsini tamamlayıp zengin olmuş.
Bu hayın arkadaşlardan öç almak için bunları evine davet etmiş. Kırk azabın eline kırk sopa verip içeri saklamış, tüccarlar gelip oturduktan sonra biraz hoşbeş derken ev sahibi:
“Arkadaşlar, benim kılıncımın ucunu sıçan yemiş,” demiş. Adamlar:
“Evet, yir, o kâfir hayvandır,” deyinci:
“Hey namussuzlar, kılıncı sıçan yir de kazları çalağan kaçırmaz mı?” deyip adamlarını çağırıncı kırkını kırkının üzerine yatırıp epeyce dövdürmüş. Misafirler canlarını zorla kurtarıp evlerine kaçmışlar.
Oğlan da bir daha eskisi gibi hareket etmemiş. İyi bir hayat sürmeğe başlamış.
Malı dünya elde iken hep adamlar dost olur,
Malı dünya elden gitse dost dahi düşman olur
Sözünün doğruluğunu bizzat anlamış olmuş
DERLEYEN :
Salih SAN
KAYNAKÇA :
Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, 1954, sayı:56