Masal

Namert Adam

Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde köyün birinde nâmert bir adam varmış. Bu adamın bir oğlu olmuş, büyümüş, evlenme çağı geldiği halde; param harcanır korkusuyla evlendirmezmiş. Babasının bu hâli oğlanın hiç hoşuna gitmezmiş ama ne yapsın, bir türlü derdini korkusundan babasına açamazmış. En iyi geçindiği sağdıcını babasına göndermiş:
“Sağdıç, babama git, benim derdimi bir ona anlat ve gönlünü et.”
Sağdıç oğlanın babasına varıp:
“Seni ve oğlunu çok severim. Bak oğlun büyüdü artık. Bir evi idare edecek kadar aklı başına geldi. O da yurt yuva sahibi olmak istiyor. Onun akranında köyde kimse kalmadı. Gel şu oğlunu everelim. Hem evlendikten sonra sana da çok yardım eder. Zararı yok ben de düğünde yardım ederim. Hani ne derler: Düğün yapanla, ev yapana Allah yardım edermiş”. Konu komşu; hısım akraba toplanır, düğünü yapar gideriz.”
Adam, kızmasına kızmış, amma: eloğludur, kalbini kırmak olmaz diyerek kızdığını belli etmemiş. Fakat olur, yapalım da diyememiş. Koynundan çıkarıp bir altını oğlanın sağdıcına uzatmış:
“Al bunu evlâtlık, sözlerimi de iyi dinle. Oğluma söyle, işte bu parayla hem evlensin, hem de koç alsın, altını da bana geri getirsin. Başka bana ne sual et, ne de lâf söyle. Haydi, güle güle.”
Sağdıç, artık adamcağıza lâf söyliyememiş. Söylese zaten ya acı söz işitecek veya kovulacak, sesini çıkarmadan altını alıp oğlanın yanına gelmiş.
“Arkadaş babanla görüştüm. Ona yalvardım, yakardım. Gönlünü etmeye çalıştım. Tatlı tatlı sözler söyledim para etmedi. Bana kızdı emme; acı sözde söylemedi. Yalnız: “Al şu altını, oğluma ver. Bununla hem evlensin, hem bir koç alsın, altını da bana geri getirsin” dedi. Al şu altını, senin bu. Üzülme sağdıç, her şey yoluna girer.
Sağdıç oğlanı ne kadar teselli etmeye çalışır ise de; oğlan babasına kızarak kahırlanmış. Köyden çekip, çıkıp gitmiş. Babası oğlanın köyden gittiğini duyduğu halde, benim oğlum vardı, deyip, dönüp de ardına bile bakmamış. Oğlan yolda giderken yorulmuş ve ağaçlık, gölgelik bir yere oturmuş. Çok geçmeden bir ihtiyar gelmiş.
“Selâmünaleyküm evlât.”
Demiş; oğlan da mukabelede bulunarak:
“Aleykümselâm.”
Deyi, yanından yer göstermiş. İhtiyar hal ve hatır sorduktan sonra oğlana:
“Oğlum bizim köy şu dağın ardındadır. Buyurursan memnun olurum.”
“ Hay hay babalık.”
Dinlendikten sonra kalkmışlar. Yola koyulmuşlar. Oğlan ihtiyara sık çalılığı göstererek:
“Babalık şuraya gidelim de dört olalım.”
Demiş. İhtiyar kendi kendine acaba nasıl dört olacağız, biz iki kişiyiz diye düşün düşüne gitmişler. Çalılığa varmışlar. Biraz gezinip düzgünlerinden birer sopa kesmişler. Yine yola koyulmuşlar. İhtiyar halen düşündüğünü çözememiş. Yarabbi biz çalılığa vardık. Dört olmadan geri döndük. Acaba bu ne demek istedi?
Biraz gittikten sonra yokuşa varmışlar. İhtiyar, oğlanla gidemeyeceğini anlıyarak,
“Oğlum sen gençsin. Çabuk gidersin. Ben ihtiyarım, ağır giderim. Seni yolundan alıkoymayayım. Bizim köy şu dağın ardınadır, sen git. Ben yavaş yavaş varırım.”
Demiş. Oğlan buna itiraz etmiş.
“Hayır, babalık, yokuşta yorulursak kâh sen bana binersin, kâh ben sana binerim; öylece yorulmadan çıkarız.”
Demiş. İhtiyar bundan bir şey anlamamış. Birbirlerine binerek nasıl çıkacaklarına bir türlü aklı yatmamış. “Haydi, ben ona bindim. O beni çıkarır. Ya o bana binerse ben onu nasıl çıkarayım” diye düşünür ve bir taraftan da konuşa konuşa yollarına devam ederler.
Oğlan yolda sararan ekimleri görünce ihtiyara sorar:
“Babalık bu ekinler yindi mi, yinecek mi?”
İhtiyar, oğlanın sorusuna cevap veremeyince:
“Bilmiyorum oğlum.”
Diye karşılık verir. Konuşa konuşa yine yola devam ederler. Köye yaklaşırlar, mezarlığa gelirler. Oğlan ihtiyara sorar:
“Babalık bu ölüler öldü mü, ölecek mi?”
İhtiyar, oğlanın sorusuna cevap veremez ve:
“Bilmiyorum oğlum.”
Der, Der ama kendi kendine de müthiş sinirlenir. Şu oğlanın sorularına cevap veremeyem ha, yazık bana, diye öfkelenir. Fakat oğlana bu halini belli etmez. Konuşa konuşa köye girerler. İhtiyar, oğlana misafirhaneyi gösteriverir. Kendisi doğru evine gider. Oturur düşünmeye başlar. Kızının: “Hoş geldin” demesini bile işitemeyecek kadar dalar. Kız “Hoş geldin” deyip babasını gaflet uykusundan uyandırır. Yetişkin kız babasının bir derdi olduğunu anlar ve sorar:
“Baba neden dalgın dalgın duruyorsun? Nerdeyse hoş geldin dediğimi bile duymayacaktın”.
“Hayır, kızım hiçbir düşüncem yok. Yorgunum da ondan.”
Dediyse de kız üsteler:
“Bana sen evvelce hiç böyle değildin, Yorgun olsan bile neşeli olurdun.
Diye babasını zorlar. Babası da:
“Nasıl düşünmeyeyim kızım. Yolda genç bir oğlana rasladım. Bir gölgede oturduk. Kalktık giderken “Şuraya gidelim de dört olalım” dedi. Ben bundan bir şey anlamadım. Biraz ileriye gittik. Yokuşa varınca ihtiyarlığımı düşünerek: “Sen git oğlum. Ben ihtiyarım, seninle giremem, seni de yolundan alıkoyarım” dedim. O: “Hayır” dedi. “Yorulduğumuz zaman sen bana binersin, ben sana binerim, öylece yorulmadan çıkarız” dedi. Ben bunlardan bir şey anlıyamadım kızım.
Kız hemen atılarak:
“Baba bunlarda düşünecek ne var, gayet kolay bir şey. Siz orada kendinize birer değnek kesmediniz mi?”
“Kestik kızım.”
“İşte birer değnekle dört olduğunuz yokuşta da birbirinizi lâfa tutarak yorulmadan nasıl çıktığınızı anlıyamadınız. Bir de baktınız ki kocaman yokuşu çıkmışsınız. Bu da birbirinize binme demektir.”
İyi ya kızım. Beriye geldik. Oğlan bana sararmış ekinleri göstererek: “Babalık bu ekinler yindi mi, yinecek mi?” dedi. Ben anlamadığım için: “Bilmiyorum oğlum” diye cevap verdim.
“Baba bunda o kadar düşünülecek bir şey yok ki, O sana bu ekin sahibi kaldıracağı ekini ödünç aldı yere mi verecek yoksa ambarına atıp kışın mı yiyecek,” demek istemiş. Ödünç aldığı yere verecekse o ekin yinmiştir. Ambara atıp kışın yiyecekse o da yinecek buğdaydır.
“Yalnız bu olsa iyi ya kızım. Mezarlığın yanına geldik. Bana “Babalık bu ölüler öldü mü, ölecek mi?” dedi. Düşündüm düşündüm bir cevap veremedim.
“Baba bunu da mı merak ettin. Hem bunu bilmiyecek ne var. Bu ölülerin hısım akrabası olup da hayır hasenat¹ yapıyorlar mı, yoksa yapmıyorlar mı? Hısım akrabası var da arkasından hayır yapıyorlarsa o ölü daha ölecek demektir; yapmıyorlarsa ölmüş demektir.” Bunu söylemek istemiş sana.
İhtiyar bunların cevabını kızından işitince oğlana hayran olmuş ve hemen kızına:
“Çağır gel kızım şu oğlanı odadan.”
Kız oğlanı, odadan çağırıp geliyor. İhtiyar oğlana:
“Oğlum sen nereden gelip nereye gidiyorsun? Yolda fırsat bulup soramadım.”
“Babalık ben gurbet ele nasibimi aramaya çıktım. Buluncaya kadar gideceğim.”
İhtiyar hemen oğlana:
“Oğlum mademki sen nasibini aramaya çıktın; benim de bir yetişkin kızım var; Allah’ın izni ile Peygamberin kavliyle kabul edersen, sana verdim.”
Oğlan da bu söze karşılık kendi kendine: Elbette bunda bir keramet vardır diye ihtiyara:
“ Babalık kızın isteyip beni severse, ben de sözünü kabul etim.”
Diyor. İhtiyar, oğlana, hiç masraf ettirmeden düğünü yapıveriyor. Aradan zaman geçiyor. Oğlan kendi kendine düşünürken karısı görüyor.
“Adam ne düşünüyorsun? Söyle derdini de beraber halledelim.”
“Halledilecek şey değil karı.”
“Canım sen söyle bakalım derdini. Dünyada halledilmeyecek ne var ki?”
“Karı, bu iş seninle benim halledeceğim bir şey değil emme hadi söyliyeyim. Babam bana bir altın verdi, “Bununla evleneceksin, bir koç alacaksın, altını da bana geri getireceksin” dedi. Evlenmesine hadi parasız evlendik. Bu altınla bir koç alınır da bir de aynı altın geri gider mi? Zaten bir koç bir altın. İşte mesele bu. .Olacak şey değil doğrusu.
Karısı gülerek:
“Sen hiç merak etme kocacığım. Ben o işi hallederim. Git sen altınla bir koç al.”
Adam gidiyor; bir altına bir koç alıp, geliyor. Kız koçun yününü alıyor. Bu yünle küçük bir halı yapıyor. Halıyı bir altına güçlük çekmeden satıyor ve kocasına altını teslim ediyor. Kocası seviyor.
“Karı, şimdi bu koçla, altını babama götürmek kaldı.”
Hemen kayınpederine gidip durumu anlatıyor ve izin istiyor. Kayınpederi de:
“Oğlum, kızım senin karın oldu Artık senin emrindedir. İstediğin yere götürebilirsin. Allah hayırlı geçim nasip etsin.”
Diyor ve onları uğurluyor. Oğlan ve kız babalarının elini öpüp; oğlanın memleketine gitmek üzere yola koyuluyorlar. Tam akşam yemeğindeyken babasının evine geliyorlar. Oğlan babasına karısını tanıtıyor. İşte koç, işte altın diye teslim ediyor. Oğlan odasına çekiliyor.
Oğlanın babası karısına:
“Söyle oğluna yarın sabaha kadar bir oğlan çocuğu meydana getirip öğle yemeğini tarlaya getirsin.”
Diyor. Karı kocasının sinirli olduğunu bildiği için; itiraz etmeden gidip oğlana durumu bildiriyor. Oğlan düşünmeğe başlıyor. Kız hemen müdahale ederek:
“Düşünme adam. O iş kolay. Yalnız çocuk hangi tarlaya gittiğini ne bilecek.”
Diyor. Oğlanın babasına soruyorlar. O da:
“ Ben tarlaya saman saçarak giderim. Onu takip ederek gelsin.”
Diyor. Kız ertesi günü sabahleyin oğlan kıyafetine girerek; öğle yemeğini hazırlamakta olan kaynanasının yanına varıyor.
“Nine nine ekmek hazırsa dedeme götüreyim.”
Diyor. Hazırlanan yemeği sırtlanıp doğru tarlaya varıyor. Tarlanın kenarına varınca:
“Dede yemeği getirdim. Nereye koyayım?”
Diyor, O da:
“Koyver oraya çocuğum.”
Diyor, Kız yemeği koyuyor. Tekrar adama bağırıyor:
“Dedeee!”
“Buyur çocuğum.”
Ektiğin ekinden bir kısım biçiverecen de babama götüreceğim.”
Kızın bu sözüne oğlanın babası sinirleniyor ve çocuğa sesleniyor:
“Söyle sersem kafalı babana bugün ekilen ekin ne zaman yetişir de biçilir,” diyor. Kızın sabrı kalmıyarak hemen karşılığını veriyor.
“Sersem olan senin oğlun değil, sensin. Hem aptal, hem namert bir kimsesin. Bir gecede oğlan çocuğu yapıp, büyütüp ertesi güne yemek getirecek hâle gelir mi? A beyinsiz herif…” deyip, kız geri dönüp geliyor. Oğlanın babası da yaptıklarına pişman görünerek kızın arkasından bakakalıyor.

DERLEYEN :
Mehmet BAHÇECİ

KAYNAKÇA :
Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, 1958, sayı: 104

¹ Hasenat: Hayırlı, güzel işler

Şunlar da hoşunuza gidebilir