Masal

Reyhan Güzeli ile Padişah Oğlu

Varmış, yokmuş. Allah’ın kulu çokmuş. Çok söylemesi günah, söyleneni dinlememek çok ayıpmış.
Vaktin birinde bir memlekette padişahla, bir çoban yaşarmış. Padişahın sarayı, bağları, bahçeleri, hizmetçileri ve koca bir ordu askeri varmış; bir tane de oğlu. Çobanın da bir sürü davarı, bir tane de dünya güzeli kızı varmış. Bu kız her sabah babasının ekmeğini çıkına koyup, babasını sürüsünün başına yolcu ettikten sonra, kapının önüne ektiği reyhanlarını sularmış.
Bir sabah padişahın oğlu atını pınardan sulamaya götürmüş. Padişah oğlu bu, kendi atından güzel, atı kendinden. Çobanın kapısı önüne geldiği zaman çoban kızını görmüş. Çok beğenmiş. Kendi kendine: “Dur bu kıza lâf atayım” demiş. Kızın hizasına gelince:
“Çoban kızı, çoban kızı, sen mi güzelsin, reyhanların mı?” demiş. Kız cevap vermemiş. Padişah oğlu yoluna devam etmiş ama bu kızı mutlaka konuşturacağım, demiş kendi kendine.
Ertesi sabah padişah oğlu en güzel elbiselerini giymiş. Kız da reyhanlarını suluyormuş. Padişah oğlu atının geminden tutmuş karşıdan görünmüş. Kız bakmış padişah oğlu. Bugün dal gibi. Ayağında ipekli bir şalvar, sırtında beyaz patiska gömlek, ayağında nakışlı çorap, ayağında güzel iskarpinleri, belinde eğeli kuşak, saatin kösteği göbeğin üstüne düşmüş, bir yanı serhoş, bir yanı terpuş¹ Gelin kız âşık olmuş padişah oğluna. Ama gene de kendi kendine : “Ben bununla konuşmayacağım”, demiş. Padişah oğlu çobanın kapısına gelince çoban kızına:
“Çoban kızı, demiş sen mi güzel, reyhanların mı?”
Kız gene cevap vermemiş. Şehzade atını sulayıp dönmüş. Ertesi sabah gene gitmiş atının geminden tutup, çoban kızına:
“Çoban kızı demiş, sen mi güzel, reyhanların mı?” Kız cevap vermemiş.
Padişah oğlu içinden : “Ben sana bir oyun oynayayım ki, göresin” Demiş.
Sabah olunca bir sandık almış. İçine incik, boncuk doldurmuş. Sabah çoban kızının kapısına gelmiş:
“Çerçi! Çerçi!” diye bağırmış. Mahallenin kızları koşmuşlar. Kimi küpe, bilezik, kimi renkli iplikler almışlar. Çoban kızı da iki tane bilezik almış. Sıra parayı vermeye gelince. Çerçi, yani padişah oğlu:
“Ben parayla satmam,” demiş. Şu güzel kız bir öpüş verirse her şeyi size veririm. Çoban kızını göstermiş. Çoban kızı bu lâfları işitince aldıklarını indirmiş. Ama mahallenin kızları:
“Ne olur ki. İki gözümüz kör olsun kimseye demeyeceğiz. Hem bu çerçi şimdi gidecek daha da gelmez. Haydi, haydi bizi kırma,” demişler. Kızı kandırmışlar. Çerçi kızı yanağından öpmüş. Her şeyleri de orada bırakıp gitmiş. Kızlar bölüşmüşler sandıktakileri. Ertesi sabah çoban kızı yine reyhanlarını sularken padişah oğlu görünmüş. Atının gemini tutarak, salına salına gelmiş. Çoban kızına:
“Çoban kızı, demiş Sen mi güzelsin, reyhanların mı?”
Çoban kızı ses etmemiş. Padişah oğlu:
“Hiç de konuşma, dün seni öptüm mü, öpmedim mi?” demiş. Çoban kızının aklı tepesinden uçmuş. İçinde kızmış kızmış… Kendi kendine:
“Padişah oğlu” demiş… Yaptığını yanına komam. Bekle de gör, demiş. Akşam babası eve gelince:
“Baba” demiş. Bir koç kes, postunu bana ver demiş. Babası bir koç kesmiş, etini yemişler, postunu da kızı almış. Sabahleyin babası davara gitmiş. Kız reyhanları sulamamış. Padişah oğlu boşuna geçmiş oradan.
Akşama doğru çoban kızı posta incik, boncuk ve yüzük bağlamış. Posttaki her tüye bir şey bağlamış. Postu kaldırınca şangur, şungur sesler çıkarmış. Akşam ne etmiş, ne etmemişse saraya girmiş. Padişah oğlunun odasına gitmiş. Karyolanın altına girmiş, postu sırtına örtmüş beklemiş. Padişah oğlu odaya gelip yatağına girmiş. Gece yarısına doğru çoban kızı postu titreterek, şangur şungur sesler çıkarak çıkmış:
“Uyan padişah oğlu,” demiş. Ben Azrailim, canını almaya geldim.
Padişah oğlu:
“Ne olur kıyma,” demiş. Yalvarmış. Çoban kızı iki patlıcan çıkarmış:
“Öyleyse” demiş, bu patlıcanları burnunun deliklerine sokacağım. Yalnız sen hastayım diyeceksin. Yorganını burnunun üstüne kadar çekeceksin. Bir tek gözün görünecek, demiş. Padişah oğlu kabul etmiş. Kız gitmiş. Sabahleyin sarayı bir telâş almış. Padişah oğlunun hastalığına hiçbir doktor, hiç hacı hoca çare bulamamış. Bir gün çoban kızı erkek kıyafetine bürünüp saraya gelmiş. Doktorum, demiş. Padişah oğlunun yanına çıkarmışlar. Odadakileri dışarı çıkarmış. Yorganı çekmiş. Padişah oğlunun burun deliklerindeki patlıcanları çekip çıkarmış. Sonra da:
“Ya! Padişah oğlu. Sen beni öptünse, bende senin burnuna patlıcanları soktum ya!,” demiş. Padişah oğlu anlamış her şeyi.
“Çoban kızı,” demiş. Vaktine hazır ol seni öldüreceğim. Kız gitmiş. Birkaç gün sonra Padişahla Sultan Hanım çoban kızını oğullarına istemeye gelmişler. Çobanı bir korku, bir heyecan almış. Kızına:
“Kızım, ne edek ki,” demiş? Çoban kızı:
“Ver baba,” demiş. Kaderimizde ne varsa göreceğiz.
Çoban kızını padişah oğluna vermişler. Hazırlıklar yapılmış. Kızın elbiseleri terziye verilmiş, Padişah oğlu elbiseleri diktirmek için terziye emir verip çıkmış. Biraz sonra çoban kızı terziye gitmiş:
“Padişah oğlu diyor ki” demiş. Bu elbiseler iyi değil bunları tazılara çul yapsan, yeniden biçsin. Terzi onları tazılara çul yapmış. Padişah oğlu gelip durumu öğrenince renk vermemiş amma, içinden çoban kızına iyice kin tutmuş. Çoban kızı oradan kunduracının yanına gitmiş. Padişah oğlunun ısmarladığı kunduralar için:
“Kunduracı başı” demiş, padişah oğlu diyor ki, bu kunduraları çöplüğe attırsın, daha iyilerini yapsın. Kunduracı atmış tabiî. Padişah oğlu da iyice küplere binmiş. Çoban kızı oradan da yemeklerin yapıldığı yere gitmiş. Aşçı başını çağırmış:
“Aşçıbaşı” demiş. Padişah oğlu diyor ki, bu yemeleri itlere versinler yeniden yemek yapsınlar. Aşçı başı kazanları kurdurmuş. Padişah oğlu gelip vaziyeti görünce iyice öfkelenmiş. İçinden de:
“Çoban kızı seni kendi elimle öldürüp kanını içeceğim,” demiş.
Çoban kızı oradan eve gelmiş. Bir tuluğa pekmez doldurmuş. Beklemeye başlamış. Padişahın adamları gelini almaya gelmişler. Çoban kızı tuluğu boynuna elbisenin içine yerleştirmiş. Gelini alıp alay yola düzülmüş. Kızı saraya getirip odasına çıkarmışlar. Herkesler gidince çoban kızı pekmez dolu tuluğu çıkarıp kendi elbiselerini giydirmiş tuluğa. Orda parçalardan bir baş yapmış. Peçe örtmüş başına tuluğun. Tuluğun ağzına bağladığı ipi de eline alıp bir perdenin arkasına girmiş. Padişah oğlu içeri girmiş:
“Çoban kızı demiş elimdesin şimdi öldüreyim mi seni?”
Elini koynuna atıp bir hançer çıkarmış.
“Çoban kızı hazır mısın,” demiş.
Çoban kızı tuluğun ağzındaki ipi çekince tuluğun başı evet manasında sallanmış. Padişah oğlu iyicene kızmış. Beklemiş ki, çoban kızı yalvarsın. Çünkü çoban kızını seviyormuş. Bir daha:
“Çoban kızı öldüreyim mi seni?” demiş.
Tuluğun ipini çekmiş o da. Tuluk başını sallamış güya. Padişah oğlu kızmış hançerini sözde kızın kalbine batırmış. Tuluğu delmiş. Pekmezler kıpkızıl akmışlar. Çoban kızının kanı sandığı pekmezlerden iki avuç içmiş.
“Ah! Çoban kızı demiş. Kanın bu kadar tatlı kim bilir kendin nasıldın. Sana nasıl kıydım,” demiş. Ağlamaya başlamış. O sırada çoban kızı perdenin arkasından çıkmış:
“Padişah oğlu canım kurban. Ömrüm yoluna feda… Sen nerde ben orda,” demiş. Padişah oğlu sevinmiş.
Yeniden toy edilmiş, düğün edilmiş. Onlar ermiş muradına.
Al şeftali ver şeftali, çekirdeği Âli’nin gözünden dışarı.

DERLEYEN :
Nebahat ÇETİN

KAYNAKÇA :
Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, 1968, sayı: 225

¹ Terpuş : Kılık kıyafetteki zenginlik ve güzelliği anlatırken, kuvvetlendirmek için kullanılan bir tekerleme

Şunlar da hoşunuza gidebilir