Masal

Üç Turunçlar

Varmış, yokmuş Allah’ın kulu çokmuş. Çok söylemesi günah, söyleneni dinlememek çok ayıpmış.
Vaktin birinde, bir memleketin bir padişahı varmış. Padişahın da bir tanecik oğlu varmış. Günlerden bir gün bu şehzade balkona çıkmış. Balkondan şehrin orta yerindeki pınar görünürmüş. Şehzade balkondan pınara gelip su dolduran kadınları gözlemiş. Bir tane yaşlı kadın da su doldurmaya gelmiş. Şehzade bir taş alıp atmış. Yaşlı kadının testisini kırmış. Yaşlı kadın şehzadeye dönmüş:
“Sana bir şey demem oğul. Sen olasın üç turunçların aşkına düşesin. Sararıp solasın,” demiş ve gitmiş, Şehzadeyi o günden sonra bir ateştir almış. Üç turunçlar demiş de başka bir şey dememiş. Padişah oğlunun haline üzülmüş. Sultan Hanım oğluna:
“Oğlum, bir tanecik oğlum, niye bu hallere düştün. Sana memleketimizin en güzel kızını alalım, “demiş. Şehzade:
“Anam” demiş, “anam ben istemem, dünya güzelini getirseniz bile üç turunçları arayıp bulacağım. Ya bulup getireceğim, ya bu yolda öleceğim,” demiş. Heybesini doldurmuş. Atını eyerlemiş. Demir çarık, demir âsa düşmüş yollara.
Az gitmiş, uz gitmiş. Dağlar aşmış. Düzler geçmiş. Gide gide bir ormana varmış, bakmış ormanda bir in. İnde iki tane aslan yavrusu.. Büyük bir yılan da yavruları yemek için hücum ediyormuş. Yılanı öldürmüş. Yavruları kurtarmış. Bakmış ana aslan topallıya topallıya geliyor. Ana aslan gelince yavrularını bu adam öldürdü sanmış. Parçalayacakken, yavruları yılanı göstermişler. Ana aslan her şeyi anlamış. Şehzadeyi çağırmış. Şehzade aslanın yanına yaklaşınca bakmış sağ ön ayağı şişmiş. İltihap dolmuş. Şehzade:
“Aslan ana” demiş. “O ayağına ne oldu ki, ver bakayım ne varsa çıkarayım. Belki iyileştiririm.” Ana aslan ön sağ ayağını uzatmış. Şehzade ayağa bakmış ki koca bir diken var. Dikeni çekip çıkarmış. Yaraya eliyle basmış. İçindeki iltihapla pis kanı temizlemiş. Yarayı silmiş, güzelce. Aslan rahatlamış ayağındaki yara temizlenince. Şehzadeye dönmüş:
“İnsanoğlu” demiş, “bana bugün iki büyük iyilik ettin. Birinci yavrularımı kurtarıp bana bağışladın. Sonra beni acıdan kıvrandıran ayağımdaki yarayı temizleyip iyileştirdin. Sana nasıl yardım edeyim?” diye sormuş. Şehzade:
“Aslan ana, benim yaptığımda ne var ki, herkes o şekilde hareket ederdi. Bana yardım etmene gelince, hiç sanmıyorum. Çünkü ben yıllardır üç turunçları arıyorum. Aradığım halde ne yerini buldum, ne yerini bilene rasladım,” demiş.
Aslan an ana sevinçle:
“İnsanoğlu sana umduğundan çok yardım edeceğim. Çünkü yerini biliyorum üç turunçların,” demiş. Şehzade heyecanla:
“Söyle ana söyle ana,” demiş. Aslan ananın boynuna sarılmış. Aslan ana:
“Şimdi bu dağı aşacaksın bunun arkasında bundan daha yüce bir dağ var onu da aşacaksın. Onun arkasındaki daha da yüce. İşte o dağın tepesine çık. Tepede büyük bir devin büyük bir kalesi var. Kalenin bir kapısı açık, biri kapalı, Bir kapıda bir köpek bağlı, birinde koyun. Koyunun önünde et var, köpeğin önünde de ot. Kale kapısına gelince koyunun önündeki eti köpeğe ver, köpeğin önündeki otu da koyuna. Kalenin açık kapısını kapat, kapalı kapısını aç ve içeri gir. Yolun her tarafı böğürtlenlerle dolu. Böğürtlenlerin dikenleri yoluna devam ettirmeyecekler seni. Sen böğürtlenleri elinle okşa ve “Oh! Ne güzel güllermiş” de, böğürtlenler sana yol verecekler, bir ağacın altında bir dev göreceksin. Devin gözleri yumuksa, bil ki uyanık, sesini çıkarma, gözleri açıksa da dev uyumuştur. Ağacın başında üç tane turunç var. Yerden bir taş al, Bismillah, de taşı at. Üç seferde düşüremezsen taş kesileceksin. Oradan çıkarken de sakın arkana bakma. Turunçları da su kenarında kes,” demiş. Şehzade helâlaşıp yola koyulmuş.
O dağı aşmış. Ardından ondan daha yüce bir dağı aşmış. Derken üç turunçların bulunduğu hepsinden yüce dağa gelmiş. Dağın tepesine varmış. Bakmış büyük bir kale var. Kalenin iki kapısından biri açık biri kapalı. Kapılardan birinin önünde bir koyun, koyunun önünde de bir parça et duruyormuş. Bir kapının önünde de bir köpek yatıyormuş, köpeğin önünde bir kucak ot varmış. Koyunun önünden eti almış, ite vermiş, itin önündeki otu da koyuna vermiş, Kalenin açık kapısını kapatmış, kapalı kapısını açıp içeriye girmiş. Bakmış her taraf böğürtlen. Bir girmiş böğürtlenlerin içine. Dikenler her yanını kanatmış. Aslanın dediklerini hatırlamış ve böğürtlenleri okşamış.
“Aman ne güzel güller” demiş. Böğürtlenler Allah’tan açılmışlar yolun iki yanına doğru. Şehzade ilerlemiş. Bakmış bir turunç ağacı, Ağaçta üç tane turunç varmış. Ağacın altında da bir dev uzanmışmış. Devin gözleri açıkmış. Şehzade devin uyuduğunu anlamış. Yerden bir taş almış;
“Bismillah” deyi atmış turunçlara… Değdirememiş. Bakmış dizlerine kadar taş kesildi. Bir taş daha alıp atmış, yine değdirememiş. Beline kadar taş kesilmiş. Üçüncü taşı da değdiremeyince bakmış tamamen taş kesilecek. Yaradana sığınıp bir taş daha atmış. Turunçlar düşmüş. Turunçları alıp ardına bakmadan koşmaya başlamış. Dev uyanmış ve:
“Böğürtlenler tutun onu,” demiş.
Böğürtlenler yolu iyice açıp:
“Ya! O bizi okşadı, sevdi,”demişler. Dev kalenin kapısına:
“Demir kapı tut onu,” demiş.
Kapı:
“Yooo!” demiş. “Ben yıllarca kapalıydım. O beni açtı” İyicene açılmış. Dev, son ümit köpekle, koyuna seslenmiş:
“Köpeğim, koyunum” demiş tutun onu, Köpek:
“Yoo” demiş. O bana et verdi.
Koyun da:
“Onu tutmam” demiş. O bana ot verdi.
Neyse şehzade kaçıp kurtulmuş.
Yoldan giderken susamış. Sağa bakmış su yok. Sola bakmış su yok. Aklına turunçlar gelmiş. Aslan ana turunçları su başında kes demişti ya, bunu unutmuş meğer. Turunçlardan en büyüğünü çıkarmış, kesip suyunu emecekmiş. Bıçakla turuncu ikiye böler bölmez, turuncun içinden ayın on dördü gibi bir kız çıkmış:
“Su. Su.” Demiş. Şehzade suyu nereden bulsun. Turunç güzeli ölmüş. Bir müddet daha gitmiş. Yine su bulamamış. Ortanca büyüklükteki turuncu da kesmiş. Bu turunçtan daha da güzel bir kız çıkmış. O da:
“ Su… Su…” diye can vermiş.
Şehzade elimde kalan turuncu kesmiyeceğim” demiş. Kendi kendine ve kesmemiş. Az sonra da memleketin topraklarına dâhil olmuş. Bir gölün başına varmış. Orada bir pınardan kana kana su içmiş. Sonra gölün kıyısına oturup turuncu kesmiş. Bu son turunçtan çıkan kız daha da güzelmiş. Ay’a diyormuş, sen doğma ben doğayım, güne diyormuş, sen doğma ben doğayım. Neyse turunçtan kız çıkar çıkmaz:
“Su. Su.” demiş Şehzade de kızı gölün içine atıvermiş. Kız su içmiş. Elini yüzünü yıkamış ve kenara çıkmış. Şehzadeye:
“Beni kurtardın. Ablalarım nerde ola ki,” demiş, şehzade üzüntüyle:
“Onlara su kavuşturamadım öldüler,” demiş.
Kız:
“Kader,” demiş. “Biz padişah kızlarıydık, o dev bize büyü yapıp bizi turunç etmişti. Şimdi ben ne olacağım?” diye sormuş.
Şehzade:
“Sultanım” demiş. Ben senin için dağlar aştım, düzler geçtim. Yıllardır yollardayım. Benimle evlenir misin?”
Kız:
“Ne yapalım kader,” demiş. Şehzadeyi de ilk görüşte sevmişmiş zaten.
Şehzade parmağındaki elmas yüzüğü çıkarmış, turunç güzeline vermiş.
“Bu yüzüğü parmağına tak. Ben gidip anama, babama haber vereyim, gelip seni buradan düğün alayınan alayım,” demiş.
Kız.
“Peki, tez gelin,” demiş.
Şehzade gidince kız bir ağacın tepesine çıkmış. Kimse görmesin diye. Biraz sonra elinde testisiyle bir çingene kızı pınara su almaya gelmiş. Kara kapkaraymış. Çirkin, pis bir kızmış. Göle eğilmiş çingen kızı. Suda turunç güzelinin aksini görmüş. Kendi kendine:
“Ben ne güzelmişim de haberim yokmuş, demiş. Padişaha gelin olacak kadar güzelim” demiş. Elini saçına götürüp düzeltmek istemiş. Bakmış göldeki aksi elini kaldırmıyor. Şaşmış kalmış. Sağa sola bakmış ağacın üstündeki turunç güzelini görmüş. Çingen kızı:
“Bacı, bacı” demiş. “Niye öyle ağacın tepesinde oturuyorsun. İn aşağıda iki laf edelim, demiş.
Turunç güzeli ağaçtan inmiş. Konuşmuşlar biraz. Çingen kızı bir kurnazlık düşünmüş hemen:
“Bacı” demiş. “Gel seni yıkayayım. Temiz ol ki padişahın adamları seni daha çok beğensinler.”
Turunç güzeli de inanmış. Soyunmuş. Çingen kızı yıkarken turunç güzeli:
“Aman dikkat et tepemdeki üç gümüş teli koparma, demiş. Çingen bunu duyunca durur mu: Bir fırsatına getirip gümüş teli koparmış. Turunç güzeli bir beyaz güvercin olmuş.
“Pırrr… Pırrrr…” diye uçup ağacın dalına konmuş.
Çingen kızı turunç güzelinin elbiselerini giymiş. Ağaca çıkıp beklemiş. Padişahın adamları gelmiş. Kızı götürmüşler. Şehzade yalnız kaldıkları vakit:
“Sen öyle değildin, ne oldu ki böyle karardın,” demiş. Çingen kızı:
“Seni beklerken güneşten yandım,” demiş. Beyaz güvercin olan turunç güzeli de pencerenin dibindeki dallardan birine konup:
Ben bir turunç güzeliydim
Çingen kızı yerimi aldı
Rüzgâr esti yel savurdu
Şehzademi Çingen aldı
Diye ötmüş. Güvercin ötmeye başlayınca Çingen kızı da kendi dilince türkü söyleyip sesini bastırmaya çalışırmış. Şehzade bu güzel kuşa çok alışmış. Her gün balkona çıkıp bunu dinlemiş. Bir gün güvercini yakalatıp altın bir kafese koymuş, Başucuna asmış. Her gün onu dinlemiş.
Güvercin bu sefer de:
Has bahçedir benim yerim
Altın kafesi neyleyim
Şehzademin yüreği kan ağlar
Gücüm yetmez yardım edem.
Diye ötmüş. Çingen kızı bakmış kurtuluş yok Yalandan hasta olmuş. İlle de beyaz güvercin eti isterim diye tutturmuş. Şehzade ne yapmış ne etmiş, ne demişse kâr etmemiş. Çingen kızına çaresiz, beyaz güvercini kestirip etini yedirmişler. Kemiklerini de bahçeye
atmışlar. Kemiklerin atıldığı yerde bir kavak ağacı bitmiş. Günden güne büyürmüş. Bir hafta sonra şehzadenin odasının penceresine ulaşmış boyu. Yel estikçe kavak sallanarak
Ben bir uzun kavağım
Camdan şehzademe bakarım.
Şehzademi Çingen aldı
Yeri göğü tutuyor ahım.
Deyip, hışır hışır sallanmış. Bu arada Çingen kızı da iki canlı) olmuş. Ay aydan, gün günden… Derken dokuz ay on gün sonra bir oğlan doğurmuş. Bebeği doğar doğmaz da:
“ İlle bu kavak kesilip, bebeğime beşik yapılacak” demiş. Çünkü şehzade kavağın nazlı nazlı sallanmasını, yapraklarının sesini çok severmiş. Çingen kızı da bunun Turunç Güzeli olduğunu anlamışmış.
Kavağı kesmişler, beşik yapmışlar. Beşik sallandıkça:
Uyu Çingen oğlu uyu
Anan kazdı bana kuyu
Şehzadem bunu duyarsa
Anan ölür Çingen oğlu…
Diye sallanıyormuş. Çingen kızı beşiği de atmış. Şehzadenin ise ağzını bıçak açmıyormuş. Bilirmiş, bu işin içinde bir iş olduğunu, Ama çare bulamamış. Padişahı üzüntü almış. Bir tane oğlu hastalanmış diye. Şehzade bir gün sonra yemek de yemez olmuş. “Vay talihsiz başım” deyip dövünüyormuş. Padişahla karısı.
Onlar dövüne dursun. Hani o şehzadeye:
“Üç turunçların aşkına düşersin” diyen ihtiyar kadın vardı ya. İşte o bir gün gene su testisini almış. Pınardan su dolduruyormuş. Padişahın sarayının kapısı önünden geçerken yerde güzel bir tahta parçası bulmuş. Bu beşiğin, hani şu çingenenin parçalatıp attığı beşiği parçasıydı. Almış eve getirmiş. Bıçakla yontup testinin ağzına kapak yapmış. Nene karının iki tane de ineği varmış. Her gün bu ineğini otlatmaya gidermiş. Evden çıkar çıkmaz testinin kapağındaki tahta fırlayıp turunç olup evi barkı süpürmüş. Yemeği hazırladıktan sonra da tahta olup testinin kapağı olurmuş. Gene nene karı şaşıp kalmış. Bir gün bekliyeyim “Bu in mi, cin mi” göreyim, demiş. İneği götürür gibi yapmış kapının anahtar deliğinden gözlemiş, bakmış kapak fırladı ayın on dördü gibi bir kız oldu. Evi sildi, süpürdü, yemeği yaptı. Tam tahta olacağı sırada, nene karı kapıyı açmış. Kızı kolundan tutmuş:
“Söyle” demiş, “in misin, cin misin?” Kız:
“Ne inim, ne cinim. Ben de senin gibi bir insan evlâdıyım nenem.” Nene karı:
“ Peki, kimsin, niye tahta oldun,” demiş.
Kız:
“ Turunç güzeliyim, büyülüyüm. Büyüm bozuldu, daha da tahta olmam. Ne olur, ne olur ben de seninle kalayım, gidecek kimsen yok,” demiş. Nene karı:
“ Kal kızım demiş. Evde işleri gör. Ben de ineğimizi otlatırım. Geçinip gideriz, demiş. Kimseye de söylemem hiç korkma,” demiş. Sonra da onlar geçinip dursunlar.
Bir gün padişah bakmış oğlu yemiye yemiye ölecek. Bir tellâl çıkarıp bağırtmış. Tellâl:
“Herkes bir yemek yapıp, bu yemekten bir tabak veya bir tas getirsin. Belki şehzademiz yer iyileşir,” demiş.
Herkes yemekler yapmış. Saraya sahan sahan üstüne, kâse kâse üstüne yemek taşınmış. Şehzade yüzüne bile bakmamış, yemeklerin. Turunç güzeli de nene karıya:
“Nenem” demiş. “Gel biz de bir çorba yapıp götürelim. Belki şehzademiz iyileşir,” demiş. Bir erişte çorbası yapmışlar, bir tasa doldurup nene karıya vermiş. İçine de şehzadenin gölün kıyısında kendisine verdiği elmas yüzüğü atmış yollamış. Nene karıya:
“Sakın” demiş, sakın bunu kimseye verme. Kendi elinle şehzadeye ver. Yiyinceye kadar da bekle, demiş. Nene karı sarayın kapısına gelmiş. Hizmetkârlar içeri sokmak istememişler. Şehzade gürültüyü duyup “Bırakın gelsin” demiş. Nene karı yukarı çıkmış. Şehzadeye:
“Oğul” demiş. Bir kaşık da nenenin çorbasından ye. Belki şifa olur, demiş, Yalvarmış. Şehzade nene karıyı kıramamış. Kaşığı daldırıp ağzına götürmüş. Bakmış ağzında sert bir şey var. Çıkarmış ki turunç güzeline verdiği yüzük. Turunç güzelinin sağ olduğuna inanmış. Yüzü gülmüş, nene karıya:
“Bu çorbayı kim yaptı eline sağlık Çok hoş pişirmiş” demiş. Nene karı:
“Kızım pişirdi,” demiş. Şehzade belli etmeden:
“Kızın kaç yaşında kocan ne iş yapıyor, kızının adı ne” diye sormuş. Nene karı ne bilecek. Turunç güzelinin hikâyesini anlatmış. Şehzade hemen çingen kızıyla oğlunu bağlatmış. Babasına müjdeciler koşturmuş. Turunç güzelini nene karının evinden alıp gelmişler. Çingen kızına da
“Kırk katır mı, kırk satır mı,” demişler.
Çingen kızı kırk katır istemiş. Çingen kızıyla oğlunu katırların kuyruğuna bağlamışlar. Onlar parçalana parçalana ölmüşler.
Şehzadeyle turunç güzelinin kırk gün, kırk gece düğünleri olmuş, onlar ermiş muradına.
Al şeftali ver şeftali çekirdeği Güleri’nin gözünden dışarı.

DERLEYEN :
Nebahat ÇETİN

KAYNAKÇA :
Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, 1968, sayı: 227

Şunlar da hoşunuza gidebilir