Vakti zamanında bir değirmenci varmış. Bu değirmencinin de pek çok tavuğu varmış. Tilkinin biri bu tavuklara müptelâ olur. Bir gün değirmenciye der ki:
“Değirmenci, eğer bana bir tavuk verirsen sana ömrünce unutamayacağın bir iyilik yapacağım.”
“Yahu sen benim tavuklarımdan ne istersin, bırak benim yakamı. Seni vurup öldürürüm, eceline mi susadın?”
Değirmenci yakayı kurtaramayacağını anlayınca tilkiye bir tavuk verir. Tavuğu yiyen tilki yola koyulur. Az gider, uz gider, doğruca bir padişahın yanına gider. Buna:
“Tilki kardeşlik, tilkiler tekin değildir, sen ne işle geldin?”
“Padişahım sorma, sana büyük bir haber getirdim.”
“Neyin nesi?”
“Bir ‘çak çak padişahı’ var, bütün askerini topladı, geliyor. Seni berhava edecek.”
“Yahu, ben ona ne yaptım da beni berhava edecek?”
“Ya kızını ona vereceksin, yoksa kökünü kesecek senin.”
Padişah hemen vezirleri toplar, bu işi konuşmaya başlar.
“Gelin bakalım arkadaşlar, bu ‘padişah ama ‘Çak çak’ı ne oluyor acaba?
Kimse bilemez. Sonunda kızı vermeye razı olurlar.
“Peki, tilki kardeşlik, bir kere damadımızı görelim, sonra kızımızı vereceğiz.
Tilki oradan doğruca değirmencinin yanına gelir “değirmenci, değirmenci!”
“Ne var tilki kardeşlik, niye geldin?”
“Arkadaş, tavuğunu yedim ama sana büyük bir insanlık yaptım.” Ne yaptın?”
“Seni ‘padişah’ diye filanca padişaha duyurttum, şimdi seni oraya götüreceğim. Kızını sana alacağız.”
“Olur mu yahu, kızını bana verir mi? Üstüm başım unlu, saç sakal birbirine karışmış. bırak yakamı benim.”
“Yahu senin neyine gerek, haydi.”
Tilki değirmenciyi kandırıp yola çıkarlar. Padişahın sarayına yaklaşınca tilki değirmenciye derki:
“Sen burada dur, ben gidip padişahtan sana bir kat elbise alıp geleyim.”
Tilki saraydan içeri girer, padişahla karşılaşırlar:
“Tilki kardeşlik, hani bizim damat, neye gelmedi?”
“Efendim gelirken harıktan atlarken ayağı kayıp düştü. Eee…
Ne de olsa bu da padişah, üstü başı perişan. Öyle gelemez ya, ona bir kat elbise.”
* Sakaoğlu, Saim; Gümüşhane Bayburt Masalları. Ankara: Akçağ Yayınevi, 2002.
Tilkiye çok güzel bir kat elbise verirler. Tilki bu elbiseyi değirmenciye giydirir, bunu süsleyip püsleyip alıp gider. Yolda da tembihlerde bulunur.
“Sen böyle elbise giymemişsindir. Sakın elbiselere bakma; yoksa değirmenci olduğunu söylerim.”
Sarayda yerler, içerler, konuşurlar, değirmenci boyuna elbiselere bakar, zavallı o güne kadar öyle elbise giymemiş de görmemiş de. Padişah gizlice tilkiyi dışarıya çağırır:
“Yahu, bizim damat neyin nesi, boyuna elbiselere bakıyorlar.”
“Efendim, onun elbiseleri çok kıyak idi, bunları beğenmedi de onun için bakıyor. Siz ona kötü elbise verdiniz.”
Tekrar bir kat elbise getirmeye giderler. Tilki de değirmencinin yanına gidip bir daha tembih eder:
“Bu sefer de elbiselere öyle bakarsan senin değirmenci olduğunu söyleyeceğim.”
Yeni elbiseleri giyen değirmenci bir daha elbiselere bakmaz.
Korku cana fayda vermez. Padişah kızını veremezse harp var geride. Kendisinin de fazla askeri yok, muhakkak başına bir belâ çıkaracak. Kızını buna verir. Yanlarına biraz asker verip bunları yolcu eder.
Tilki daima önden gider, yolda rastladığı davar sürüsünün çobanına der ki:
“Çoban kardeşlik, sürüyü yolun kıyısına indireceksin, padişah geliyor, o gelince : “Ey padişahım, sen sağol, malın davarın sağolsun.” diye bağıracaksın.”
Tilki bu işleri böyle yapa yapa bir büyük saraya yaklaşır. O sarayda da yedi tane dev kalıyormuş. Devler tilkiyi görünce sorarlar:
“Niye geldin tilki?”
“Size bir haber getirdim.”
“Ne haberi getirdin?”
“Çak çak padişah geliyor, bütün ordusunu topladı, sizin kökünüzü kesecek.”
“Tilki kardeşlik, ne edelim?”
“Sizin ot mereğiniz yok mu?”
“Var, ne olacak?”
“Siz otların içerisine sokuluverin, ben padişaha sizin kaçıp gittiğinizi söylerim.”
Devler ot mereğine girerler, tilki bunların üzerinden kapıyı kilitler. Dama çıkıp üç dört teneke gaz döker. O mereğinde devleri cayır cayır yakar.
Padişah gelir, saraylara girerler. Kızın babasında ne öyle halı var, ne öyle eşya var.
Asker orada bir hafta kaldıktan sonra geri döner. Değirmenci padişahın kızı ve tilki orada kalırlar. Tilki bir gün değirmenciye der ki:
“Ey ağa sana ne işler yaptım. Gidip şu değirmende kalan tavukların diğerlerini de yiyip geleyim mi? Müsaaden var mı?”
“Git ye bakalım!”
Tilki tavukları yer gelir. Bir gün değirmenciye der ki:
“Ağa, ben sana bu kadar insanlık yaptım, ölürsem beni ne yaparsın?”
Bir gün tilki yalandan ölür. Değirmenci de avdaymış. Gelince karısını ağlar bulur, sorar:
“Ne oldu, niye ağlıyorsun?”
“Bu tilki ile gönlümü eğliyordum, o da öldü.”
“Adam sen de, ben de bir şey var zannettim.” diye değirmenci tilkiyi pencereden aşağı atar. Tilki kurnaz, yere düşer mi, ayakları üzerine düşer?
“Ya, boşuna ‘İnsanoğlunun başı kılıdır.’ dememişler, ettiğin iyiliği bilmez ki. Şimdi söyleyeyim mi senin aslını, neslini?”
“Tilki kardeşlik, ben seni sınamak için attım.” Tilkiyi zorla inandırır.
Birkaç yıl sonra tilki hakikaten ölür. Bunu zembile koyup tavandan asarlar. Bir müddet sonra tilki kokmaya başlayınca tilkinin hakikaten öldüğünü anlarlar. Ölüsünü kaldırıp kapı dışarı atarlar.
Onlar da yiyip içip muratlarına ererler.