Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, deve tellâl iken, pire berber iken ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken bir adam varmış. Bu adam o kadar korkakmış ki ayakyoluna dahi karısı götürürmüş. Bir gün akşam bu adam yine sıkışmış ve karısına yalvarmış yakarmış adamın bu hali kadının canına tak demiş. Nihayet kadın adamı ayakyoluna götürmüş ve adamı içeriye kapatmış, kapıyı da kilitlemiş gitmiş, adam da tabii ayakyolunda kalmış. Adam, yalvarmalarının para etmeyeceğini anlayınca, oradaki bir pencereden dışarıya çıkmayı becermiş. Fakat eve gidemeyeceği için başka bir yere gitmiş. Az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, altı ay bir güz gitmiş ve nihayet büyük bir saraya varmış. Sarayın kapısını açıp içeriye girmiş. Bir de ne görsün? Büyük bir oda, ortada kırk tane kazan kaynıyor ve etrafında da kırk tane dev sohbet ediyor. Bunun geldiğini gören devler hayret etmişler ve devlerin en büyüğü, herkes bizim izimizi, tozumuzu görünce kaçar. Sen nasıl korkmadan bizim evimize girebildin, demiş. Adam da demiş ki: Hay yavrularım senelerdir sizi arıyorum ve nihayet çok şükür bulabildim. Çünkü ben sizin dedenizim, siz bu halime bakmayın, artık ihtiyarladım. Geçmiş, baş köşeye oturmuş. Devler de inanarak dedelerine hoş geldin demişler. Adam artık orada yerleşmiş kalmış. Bir gün yatmaya gittiğinde devler toplanarak dedemiz artık gitmiyecek gelin biz gece yarısı gidip onu baltalarımızla öldürelim, demişler. Bunu da bizimki duymuş ve onların haberi yokken yatağının içine koca bir kütük koymuş, başlığını da kütüğe giydirmiş ve kendisi de yüklüğün içine saklanmış. Gece yarısı olmuş, devler gelmişler, karanlıkta kütüğe dedelerine vuruyoruz zannıyla vurmaya başlamışlar ve iyice yorulunca artık ölmüştür diye odalarına çekilmişler. Onlar gidince adam hemen yerinden çıkmış, odun gamgalarını, bütün küllükleri toplamış ve dışarıya bir yere atmış, sonra gelmiş yerine yatmış. Sabah da her zamanki gibi kalkmış ve bu gece beni pireler de bir türlü uyutmadı, demiş. Devler onun bu sözlerini duyup ölmediğini görünce, müthiş korkmaya başlamışlar. Yine bir gün yatmaya gidince devler toplanmışlar. “Yarın bir yarış tertip edelim, bu bir yürüme yarışı olsun, kim yürürken daha çok toz çıkarırsa ona bir çuval altın verelim. Eğer dedemiz kazanmazsa buradan gitsin” demişler. Bunu da duymuş ve onlar görmeden, giyeceği kendi çizmelerine toz doldurmuş. Ertesi gün devlerin en büyüğü dedelerine yarış yapılacağını söylemiş ve yarış başlamış. Devler hem hızlı yürüyor hem de toz çıkarıyorlarmış, dedeleri ise çizmelerine toz doldurduğu için onlardan daha çok toz çıkarıyormuş. Bunun üzerine “Oğullarım gördünüz mü ben ihtiyarım ama sizden daha kuvvetliyim demiş. Yarışı da kazanmış. Devler demiş ki: Dede yarışı kazandın, sana bir çuval altını verelim, sen de buradan git. O da, yok yavrularım, ben sizi zor güç buldum, artık bir daha bırakmam demiş.
Devler dedelerinden kurtulabilmek için bir çare düşünmüşler. Bu da şuymuş: Ertesi gün bir yarış daha yapacaklarmış, bu yarışta kim taşı sıkıp un yapabilirse ona bir çuval altın verilecekmiş, dedeleri bunu da konuşurlarken duymuş ve gizlice mutfaktan bir peynir bulmuş ve cebine saklamış. Ertesi gün buna yarışı söylemişler ve yarış başlamış. Dedeleri kendine iki yassı taş bulmuş ve kimse görmeden peyniri de arasına koymuş ve bakın evlâtlarım, taşı un etmek değil, taşın suyunu bile çıkarıyorum demiş. Tabii bu yarışı da kazanmış. Devler buna demişler ki, “Geçen seferki altınlarını da verelim şimdikini de verelim. İki çuval altının olur, seni de altınlarını da evine kadar dalımızda götürelim. Biraz nazlanmış, fakat sonra razı olmuş. Devler de bunu altınlarıyla birlikte dallarında evine götürmüşler. Kapısının önüne koyup dönmüşler. Adam evinin kapısını çalmış, kim o diyen karısına ben geldim, demiş. Karısı da mendilini göster, kocam olduğunu bileyim, demiş, Bu da göstermiş, karısı kocasının geldiğini anlayıp içeriye almış, adam altınları da içeriye getirmiş ve karısına “Sen beni ayakyoluna kapatmasaydım, bunları bulamayacaktık” demiş ve başından geçenleri anlatmış, yemiş içmiş muratlarına ermişler.
DERLEYEN :
Salim DALKIRAN
KAYNAKÇA :
Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, 1960, sayı: 130