Masal

Kurnaz Kurt Masalı

Kurnaz Kurt Masalı

Bir varmış bir yokmuş, Evvel zaman içinde şu bizim Çin’de. Develer tellâl, pireler berber iken, ben anamın anasının beşiğini tıngır mıngır sallar iken, Kalbur elek, kambur felek üstüne söz ederken. Ulu mu ulu, yüce mi yüce bir dağ varmış. Ama ne dağ ne dağmış. Dağ mı desem bağ mı desem diye gören şaşarmış. Doruğuna bakan dağ, eklerindeki bağlara bakan bağ dermiş. İşte bu dağın yüce doruklarında bir kurt belirmiş.
Kurt da kurtmuş hani. Canavar gözlü, kalın enseli, ziyankâr mı ziyankâr bir yaratıkmış. Gece düze iner, köye girermiş. Köyün keçi, at, eşek Allah ne verdiyse yermiş. Har vuranın harman savuranın hesabı köyün alikıranı kesilmiş. Köylüler, bakmışlar ki, olacak gibi değil; sarılmışlar silâha, koyulmuşlar etekleri bağ yüce dağ yoluna.
Az gitmişler uz gitmişler derken dağa gelip yedi koldan dağı taramaya koyulmuşlar. Aman dememişler, uyku nedir bilmemişler, yedi gün yedi gece kurdu izlemişler. En sonunda kurdu görmüşler. Ama ne var ki, vuramamışlar. Bu sefer yedi kolda yedi tuzak kurmuşlar. En sonunda kurnaz kurdu tutup köy odasına getirmişler.
Köy odası bir âlemdir. Orada kanun köyün gelenekleri ile töresidir. Kanun demek dayak demektir. Bunları bilen kurt odadakilerden korkmuş. Odadakilerde kurttan korkmuşlar. Dayak yerine sorgu sual etmişler. Bire kurt demişler, hayvanlarımızı niçin yiyorsun? Yazık değil mi fakir fukaraya? Kurt önce susmuş, sonrada soruya şöyle karşılık vermiş.
“Ben bir kurdum. Bende de can var. Sizin gıdanız ekmek ise benimkisi de et. Hayvanlarınızı yemeyeyim de ne yiyeyim? İstiyorsanız hayvanlarınızın kurtulmasını, getirirsiniz her gün bir kilo et bana, O zaman yemem hayvanlarınızı.”
Köylüler çaresiz peki demişler, kurdu dağa koyvermişler. Bir yuva yapmışlar köylüler kurda. Sıraya koymuşlar kendilerini. Sırası gelen eti götürür kurdu beslermiş. Ne var ki, günler günleri, haftalar haftaları kovalamış derken, akan zaman içinde köyün hayvanları bitmeye ramak kalmış. Bakmışlar ki, olacak gibi değil; vazgeçmişler et götürmekten köylüler. Kurt yuvasında bir gün iki gün derken sabırla beklemiş, köylülerin et getirmelerini. Bakmış ki, ne gelen var ne giden gözleri kararmış açlıktan, kulakları düşmüş yere. Gözlerinde bir kin, bin öfke. Kalkmış yerinden kurt, yavaş yavaş inmiş düze. Bakmış ki, bir eşekle sıpası otluyor düzde. Eşekten bir kilo, sıpasından yarım kilo kararlayıp yemiş. Gerisin geriye dönüp yuvasına girmiş.
Akşam olmuş, eşek, sıpası ile eve geri gelmiş. Attığı nara ile dağı taşı inletmiş. Kurttan ağlaşmış, sahibinin yüreği dağlanmış. En sonunda sahibi soluğu köy odasında almış. Toplanmış köylüler, koyulmuşlar yola. Kurdu tutup getirmişler tekrar köy odasına Eeee… Demişler söyle bakalım:
“Niçin yedin eşek ile sıpasını?”
Kurt kaldırmış başını, vermiş karşılığını.
“Et getirmezseniz yerim bile danasını.”
İyi ama demiş köylüler:
“Bak köyde hiç hayvan kalmadı. Ne çift sürecek, ne de güdülecek hayvan, bizler ne ederiz bu zaman.”
“Ben anlamam demiş kurt. Yoksa sizi de yerim.”
İşte o zaman olan olmuş, odadakiler bir iyice korkmuş. Bir çift söz etmeden, yan gözle bile kurda bakmadan dışarı çıkmışlar.
Kurt kahkahayı basmış.
Meğer o da korkmuş. Yaptığı kurtulmak için yolmuş. Odadan çıkmış. Kaçıp bilmedik illere gitmiş, Gidiş o gidiş. Bir daha ne kurdu gören olmuş, ne de köyün hayvanlarını yiyen.
Onlar ermiş muradına, darısı dertlilerin başına.

DERLEYEN :
Numan KARTAL

KAYNAKÇA :
Türk Folklor Araştırmaları Dergisi, 1969, sayı:234

Şunlar da hoşunuza gidebilir