Eski zamanların padişahlarından birisi bir fermanla üç gece müddetle evlerde lâmba yakılmamasını emretmişti.
Tebdilli kıyafet eden padişah, yanına akıllı bir vezirini alarak şehri gezmeye başladı. Herkes akşam olup ortalık karardıktan sonra yatıp uyuyor, sokaklarda bir ölüm sessizliği hüküm sürüyordu. Yalnız padişahın mahalleleri gezdiği gece bir evin pencerelerinden kordelâ kadar ince bir ışık sızıyordu. Adamlarından birisini eve gönderen padişah hırsla dışarıda geziniyor ve yasak emrine rağmen gece ışık yakanların yakalanıp getirilmelerini bekliyordu.
Padişahın adamları pencerelerinin kenarından baktıkları zaman içerde karşılıklı oturup bir gümüş tabak içinden bal yiyen genç bir kızla bir delikanlıyı görüp derhal kapıyı vurdular. Biraz sonra kapı açıldı ve zaptiyeler iki genci yakalayıp sarayın mahpesine götürdüler.
Ertesi sabah padişah muhafızlara genç kızı getirmelerini emretti. Biraz sonra genç kız padişahın huzuruna çıkarıldı. Padişah sordu:
“Dün gece emirlerimin aksine niçin evinizde lâmba yakıyordunuz?”
Genç kız utandı, boynunu bükerek:
“Padişahım, amcamın oğlu olan genç yedi yıl müddetle beni babamdan istedi. Babam önce vermek istemedi, sonra razı oldu. O gece gerdeğe girecektik. Karşılıklı oturup bal yiyorduk.” Dedi.
Padişah alaylı alaylı güldü.
“Yaa, öyle mi? Peki kızım, en çok güzelsin. Seni vezirlerimden birinin oğluna versek gider misin?” diye sordu. Genç kız bu cazip teklif karşısında gülümsedi:
“Siz bilirsiniz cevabını verdi. Bunun üzerine padişah gazaba geldi, adamlarına:
“Alın bu sadakatsiz kızı, en karanlık mahzene hapsedin” diye emir verdi. Muhafızlar kızı alıp götürdüler. Bir müddet sonra da genç delikanlıyı getirdiler. Padişah onu da denemek için:
“Oğlum, sen aslan gibi bir babayiğitsin. Bu kızı alıp da ne olacak. Sana bir vezirimin güzel kızını verelim, onunla evlenirsin. Şahane bir düğün yaparız” dedi.
Delikanlı:
“Hayır, bu olmaz padişahım, diye cevap verdi.” Padişah:
“Niçin olmasın?”
“Ben yedi yıldır bu kızı seviyorum, ondan başkasıyla evlenmem.”
“Hele biraz düşün bakalım.”
Genç delikanlı uzun uzun düşündü, alnından soğuk terler boşanıyordu. Nihayet, kesin cevabı verdi:
“Başımı vurduracağınızı bilsem dahi ondan vazgeçmem,” dedi. Bu cevap padişahın hoşuna gitti, genç adamı serbest bıraktı.
O gün padişah sert bir emir çıkardı, kocalarına sadakatsizlik eden kadınların tevkif edilmelerini, zindana atılmalarını emretti.
Bu emri duyan yaşlı bir adam saraya gidip padişahı görmek istediğini söyledi. Saray nöbetçileri hükümdardan izin aldıktan sonra ihtiyarı padişahın huzuruna çıkardılar.
“Hayrola ihtiyar, bir arzun mu var?” diye sordu Padişah. İhtiyar, müteessir bir edayla:
“Padişahım sağ olun, duydum ki bir kısım kadınları yakalayıp zindana atmaları için emir buyurmuşsunuz. Size bir temsili hikâye anlatacağım, eğer haksız söylersem kellemi vurdurabilirsiniz.
“Anlat bakalım neymiş…”
İhtiyarı bir koltuğa oturtan padişah dikkatle onu dinlemeye ve ihtiyar da sözlerine başlamış:
“Ben bundan yıllarca önce kırk haremiler arasındaydım. Günün birinde bulunduğumuz dağın eteğinden bir atlının geldiğini gördük. Harami başımız bana dedi ki “Bu adamın peşine sen git. Ama dikkat et, tek atlı tekin olmaz,” dedi.
Atıma atlıyarak tek atlının peşine düştüm. Yanına varınca elimdeki gürzü sırtına indirdim. Atlı, yüzünü bile çevirmeden:
“Deh kırat, kuyruğunu sallama, dedi. İkinci hamleyi yaptım, yine oralı olmadı. Anladım ki bu adam çok kuvvetli bir pehlivan onunla döğüşürsem beni parça parça edecek. Geri dönersem, peşimi bırakmayacak, iyisi mi peşine takılıp gideyim.”
Tek atıyla beraber epeyce yol aldık. Düz bir sahanın ortasında, dört yanı kapalı bir saray önümüze çıktı.
Arayın yanına vardığımız zaman atından indi, sonra bana dönerek:
“Ben bu saraya gireceğim. Yirmi dakika içinde dönmezsem, atım ve eşyalarım senin olsun, al git,” dedi. Sonra heybesinden çıkardığı büyük çivileri elinin ayasiyle duvara çakarak merdiven yaptı ve sarayın çatısına çıkıp gözden kayboldu. On dakika geçmemişti ki büyük bir çağlık duydum. Bir müddet sonra da garip süvari çıkageldi. Yanıma varınca:
“Bu iş de bitti. Ama delikanlı, eğer bana gürzle vurduğun zaman geri dönmüş olsaydın seni kılıcımla ikiye bölecektim, akıllı adammışsın. Şimdi benim ile geleceksin,” dedi. İster istemez bu garip ruhu süvarinin peşine düştüm.
Dört saatlik bir yolculuktan sonra bir çeşme başına vardık. Atlarımızdan inip yemeğimizi yedik. Sonra çeşmenin ötesindeki bir tümseği gösterdi ve saraydan bir örtüye sarıp getirdiği büyücek bir çıkıntı açtı. İçinden bir kelle çıkardı. Taze kanlar akan keleyi bana göstererek:
“Bak delikanlı, bu kelle benim nişanlımı öldüren düşmanımın kellesidir. Maksadı beni almaktı, dedikten sonra başındaki kalpağı çıkardı, upuzun saçları omuzlarına döküldü.
“Ben bir beyin kızı idim. Şu mezarda yatan adama gönül vermiştim. Fakat bu adam bana musallat oldu. Nişanlandığımız günün akşamı sevdiğimi öldürdü. Bugün de ben onu kendi sarayında öldürüp, intikamımı aldım. Şimdi ise ölmek sevdiğimin yanına gömülmek istiyorum. Bu işi sen yapacaksın.”
Tüylerim diken diken oldu, karşımdaki vefakâr genç kıza baktım, onu öldürmeğe bir türlü gönlüm, razı olmadı.
“Olamaz, ben bu cinayeti işleyemem,” dedim. Israr etti, fakat bu işi yapamayacağımı söyledim. Bu durum üzerine genç kız bana:
“Ben kendi kendimi hançerleyeceğim. Sen de şu kıratımı ve heybedeki altınları alıp gidersin, anamın südü gibi helâl olsun. Yalnız sen benim cesedimin üzerini toprakla ört ve bana Kur’an-ı Kerim oku, dua et, dedikten sonra müthiş bir cesaretle belinden hançerini çıkarıp göğsüne dayadı ve gözlerimin önünde can verdi. Başucunda oturup onun ruhuna Kur’ an okudum. Sonra üzerini toprakla örtüp, atını da alarak geri döndüm.”
Padişah, ihtiyara:
“Bu hikâye ile ne demek istersin?” diye sordu. İhtiyar:
“Yani padişahım demek istiyorum ki, dünyada sadakatsiz kadınlar yanında bu hikâyede olduğu gibi çok vefakâr insanlar, çok sadakatli kadınlar da vardır. Onun için hapsettiğiniz kadınları bağışlamanızı dilerim.”
Padişahın gözleri doldu, ihtiyarı haklı bularak bütün tutuklu kadınları affettiğini, onları serbest bırakmalarını emretti.
İki sevgili tekrar birbirlerine kavuştular ve mesut bir ömür sürdüler.
DERLEYEN :
Mehmet GÖKALP
KAYNAKÇA :
Türk Folklor Araştırmaları Dergisi,1963, sayı:164